27 Ağustos 2010 Cuma

Mehmet Elçin - Şiir

intihar

keşke infial babından olsaydı
içeri giren akşamın,
susuz ve uykusuz kederini çoğaltmak.
ne denir suratsızlara, ciğersizlere?
oldum olası nefret ettiğim sözlere;
hakarete, adanmışlığa, aldanmışlığa?

yağışlı yazın öğleden sonraları nemli
güneşli kışın sabahları demli oluyorsa
muhtaç değiliz ve elbet öksüz
yetişmediğimiz imansız sözlere.
sözcülere, sözsüzlere
yüzsüzlere andımızı çiğnetmemek için
çiğdem toplamaya gitseydik
yine de öksüz mü kalırdık?

acınası hayatlar yaşıyoruz herbirimiz
kıymetsiz, tıynetsiz ordular olup
nem kapıyoruz, gün sayıyoruz
içimizden buram buram acı
derin bir itiraz yükseliyor iftial babıyla.

kaçmak gerek, fakat nereye?
"gitmeyi istemek, özlemektir" desek
yalancı ve budala mı olurduk?
kalmak bir inat uğruna, sözü meclisten dışarı atmak
hafifinden bir darbe girişimi olsa gerek

kaçmak istiyorum ama nereye?
hiç olmamış Rubovia'ya mı?
hiç olmamış olsaydı bazıları
konuşabilir miydi Ruboviaca?
ya Neverland ya Hiçlik Ülkesi
Ahiret desen de değişmez
olan şey bir itiraz, iftial kapısında
bir ihtimal değildir itiraz
bir intizar değil başka bir intizar
sapasağlam duruşuyla
ölümün yamacında, yaşamın kıyısında.

hayat ölümsüz vücut bulmadı bugüne dek
ölünmüyor olsaydı yaşanmıyor olacaktı
bir ihtimal daha olsa itiraz edecektim
ama yok işte ne yapalım bize düşen buydu
haydan gelinirse gidilecek yer huydu
olmaz olsun insan
şahin bakışlı, fare sezgili
insan olsun önce, hatta melek olmadan
öyle ihtimam gösterdi ki yaşadığı kubbeye
ondan beklenen intisaptı. yapmadı.
istiklali tepti ters yola saptı.
olmaz olaydı, olmaz olaydı. ne yaptı?
ihtilali bastı, irticayı yıktı.

eski hatıraları yabancı seslerin
87 yazından kalma.
ibrik sıcaklığındaki sobaya itimat edip
"tekrar denemek lazımdı çocukluğumuzu" deriz
külleri geceden kalma.
oysa yalvarır gibi şarkı söyler
gürültülü ve elektronik seslerle
ışığı zorlanan karıncalı ekran.
umut taşıyan çizgi filmler seyretmek
tekrar yaşanasıydı, ibrik ısındı.
kalakaldık bir başımıza ve umutsuz.
yüklenip göç etmek isteriz, bıktık,
küllerimizi de alıp.

tüm bunlar bir imtihan.
kalsın yumruklarda sıkılmış bir intihar.
şarkılarda bulurum kendimi
neylerse, eylerim ben, şarkılar,
güzel olsun, demli olsun, hoş olsun
tek tek yaşamayı seçen gözlerimin iptilası olsun
ben yaşatmasam da yaşanacak biliyorum
acıyı sindirmeden mideye indiren
o müşrik ve müflis istifası göklerin
yerle gök arasında seyirte dursun
başkalaşım geçirelim hepimiz
kalakalmış olduğumuzu bilelim.

bilmek, yalnızlık, korkunç.
çaresizlik ve durgunluk.
ancak akşam olursa gecikir yıldızlar
patlayan flaşlar, çocuksu gülmeler var bugün.
kimi hangi uykuda yakalamış hayaletler?
serseri bir coşku buluyoruz akşamlarda
yinelenen, yeniden üretilen her sabah umudu gibi
sessiz bir sahil kasabasında
yaşlanmış gözlerini süzüyoruz çatıların
ağaçlar hışırtılı, deniz hafif dalgalı
parlayan bir yıldız olacağız bu köyde
halimizi unutup, kendimize döneceğiz.
şaşırmamak elde mi?
kimin kemikleri sızlamış da duyulmuş?
kabri unutmadık kardeşlerim
sabahı beklemeden uçup geldik sizlere
gök gürültüsü, şimşek çakışı
bir flaş gibi patlar gece.
resmini çekiyoruz hayatın ve
oynak, cesur bir irtibatla
kabrini buluyoruz tefekkürün.

fütur bir sessizlik vardı dün
iftira ettiler gökyüzüne.
meğer yalancıymış, budalaymış,
anlamazmış, farketmezmiş.
inanmadılar gökyüzüne.

intihar ettiren şarkılar geliyor aklıma
sessiz ve ritmik bir müzik oluyor gibiyim
işte şimdi bu vakit
gökyüzünden aşağı doğru inişte
başka bir koku değil
sadece savaşan kabartılar görüyorum
sımsıcak döşekleri gömülü dağların
bir ninni söyler elini sallar gibi bakıyor bana
hayret, bu saatte bu renk, bu koku.
kim çocukluğunu özlemezmiş ki?
öyle diyorlardı oysa;
sicimsiz bir dalış yapıyoruz çocukluğumuza
aşağıya doğru nem kokusu hatıralar
dipsiz kuyuların homurtuları geliyor
şakaklarım zonkluyor umut verircesine
yaşadığımı hissetmedeyim, bu rüzgar, bu güneş
çok acı bir türkü söylüyor bu vakitte
insanlar, ağaçlar, çaresizce seyrediyor beni.
dünkü hayallerimi hatırlıyorum
kayıplara karışmış tenler,
ilgiler, dengeler başka tarafa uçmuş
varsa irtifa kaybı bu noktada
durup biraz dinlenmek isterdim
hem manzara da güzel.

kim uzanırsa ulaşacak gibi duruyor
rüyalarda yaşatılan aşıkların ülkesine
korkuyor ve susuyor geçmişin hayaletleri
kemiklerim zonkluyor klavye ve fareden
aşağı kalır yanım var mı ki benim bir canlıdan?
hem kefensiz olmaz hiç bir ölü
ki ben ölü görmemiş olsam da
bunları bilebiliyorum yaşarken
acaba bilebilir miydim ölürken
yaşayanlar hakkında genel bir yanılgı?
onlara şöyle tepeden bakabilir miydim?
"siz var ya siz bilmezsiniz" gibi hani.
ben artık biliyorum diyebilir miydim?
derdim muhtemelen, bilirdim bile.
benim "bilebilir miydim?" derdim muhtemelen.

şehre çok uzak olmayan sessiz mezarlıklarda
trafik ve insan gürültüsü duyulmuyor pek
sadece ağacın hışırtısı ve kuş sesleri
o daldan o dala pırpırları.
hava serin ve de güneşli bugün.
yağmur yağmayacak yine belli
hoşçakalın sevgili anılarım
bensiz yaşamayı öğrendiğiniz.
kimi sesler zorlar kimi mezraları
yeni çıkan güncel "player"larda "plak" şarkıları
sesini kesmeyiniz sakın insan neslinin
değil mi ki çokseslilik ve bireysellik
popülerdir dünyamızda bugün?

bugün, düne inat, başka zamanlar inkarda
teknik ve medeniyet intikal etmeden ve hatta
başka bir zamanı yaşarken bile
yabancılaşma yoktu dünyada.
boyut değiştiren ruhlardan oysa bahis açılmakta
başka bir ben, başka bir zamanda -sormalı şaire-;
olabilir miydi acaba?

nefes alıp veriyorken
her zerrem tadıyordu hayatı
oysa şu an, şu vakit, ölmedeyken hani
tanrının kuzularını çığırasım geldi
rahman olanın adıyla başlasam
bitirebilir miyim aşağıya varmadan?

çemkirmek, öykünmek, yüksünmek diye
kelimeler bulunmuş
onları
yani kelimleri
kim kaybetmiş te biz buluyoruz?

ahlak polisi vicdanları körüklüyor, ayrıca;
oyuna gelmeyeceğiz diyorduk en başında bu oyunun
ama, lakin, fakat, ancak;
anladım bir insan başka bir insanı neden öldürür
ya intihar ?
bunu anlamak zor
zor olanı başarmaksa daha da zor.

benzer iklimler yaşadık dostlarla, ölümüne.
bazılarıyla aynı havayı solumak ölüm asıl
bazılarıysa uğraşmaz solumaya velhasıl;
benzer iklimlerde ölüyoruz hasımlarla

şu ibrik soğuyana dek ölmek istemiyorum.
henüz gitmemişken sıcaklığı sobanın
o uyuz kedinin hırıltısı dinmemişken yada
atlıyorken yüksekten,
beyazlıklar üstündeyim
solunum cihazı var sanki
ve sanki bip sesi.

30 yıla yakın süredir
bebekliğim yok ortalıkta
Jonh Lennon yok.
herşeyin bir ölçüsü, mizanı var oysa
yitik kalmış dünyalarla
bir ağlama hissi yaşama isteğimiz
aynı zaman dilimine hapsolmuş.
geçmişe ağlasaydık örneğin
yada geleceğe
"siz hiç kendi ölümünüze ağladınız mı" dedim bir kez
anlaşılabildim mi?
oysa bu soru, "ne iyi adamdım ben" gibidir
aynı cümlede barınır mizahı ve de hüznü.

kabristana girerken selam vermek ölülere
aptalca gelebilir birilerine
o birilerine aptalca gelen çok şey var
onlara öğretmek gerek;
"aptallık yapan aptaldır" diye

iktidar, muktedir olmayalı beri
sevinci kursaklarda kaldı ahalinin
hevesini sorsaydık şimdiki duygularla
aşıkların yıllar öncesi yalnızlığının
perişanlığın padişahiydım o zamanlar
buruk bir sabah gözlerimdeki ıslaklığın
uykudan olduğunu sanmıştım
ağlamanın muktedir ve mutedil zamanları vardı
şimdi insanı ağız tadıyla ağlatmıyorlar
artık bir isyan saati daha olmayacak
işte bu son kahkahadır
son değişim olacak şu alnımdaki
haberin var mı bilmem
ben kimsesiz olduğum günden beri
şiir okurum.

işte bu son.
halbuki bu son olmayacaktı, öngörülen
anlayacaktı şair neden alnındaki bu iz.
çözecek ve varacaktı yaşamanın kolay tadına
belki farkına varacaktı her bi şeyin
bu değilmiş, yaşanmamış diyecekti her biri
görmezden gelecekti, olmadı.
"karanlıktan aydınlığa" çıkacaktı
ne var ki bastırdı yine gece
barınaksız, suratsız şimdi bu kavl
akıl alır gibi değil bu iniş, bu rüzgar
düşünce belki aşağılara
düşünce, belki aşağılardadır diyecek

yazdım, o oldum, bakakaldım.
düşündüm; düşününce geçmedi,
düşülünce geçer belki. olmadı.
bu, buraya kadardı.
vaktim nereye kadar?
işte onu bilmiyorum.

Mehmet ELÇİN
İlk : 21 Mayıs 2007 Pazartesi
Son: 14 Nisan 2007 Pazartesi

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Şiir Kitabı

Rahmetli Mehmet, bir şiir kitabı çıkartmak niyetinde idi.
Nasip olursa, bunu gerçekleştirmek istiyoruz.

Kendisinin şiirleri http://www.antoloji.com/mehmet-elcin/siirleri/ adresinde bulunuyor.

Antoloji.com'daki şiirlerinin dışında da şiirleri bulunabilir.

Antoloji.com'daki şiirlerinin dışında; sizde Mehmet'e ait şiir varsa, bu blog sitesine ya da antoloji.com'a mümkün olan en kısa sürede yüklemenizi rica ederiz.

Mehmet'in son bir seneye ait iş arkadaşlarıyla fotoğrafları




















ZAMANSIZ ESİNTİLER

Mehmet'in son yazdığı şiiri:

zamansız esintiler

kaç kere gördüm aynı rüyayı
cesetlerle dolu bir evdeydim,
-sanki kavga ediyorlar-
-kulağımda bir uğultu-
-ama herşeyi duyabiliyorum-
küçük bir gece lambasını gözlüyorum o an
yıllar sonra geçse bile güz acıları
duvara dönük yer yatağında tek hatırladığım
kızgın şeytanların raksı
ardından uyku geliyor yine
bir sorun var ama ne?
alıyorlar kendilerini serbest bir yere
sonra susuyorlar hayretçe
hayır susmayıp duruyorlar hoyratça
kızıl bir surat oluyor lambalar
çoğaldıkça, büyüyorum, aynalardaki bakışlarım
o, ben değilim sanki
ucu yıllara yayılan o aksi mekanın
bugüne uğultu bırakıyor sanki
tam tasavvur edemiyorum aynaları
kendimi keşfediyorum, başka birini
her daim kendini tekrar ediyor tarih
işte burdayım
olduğum yerde.

Mehmet Elçin
15 Temmuz 2010 Perşembe

06-Ağustos-2010 Burdur Ziyareti

Mehmet'i defnettikten 1 hafta sonra bir otobüs kiralayarak ailesine taziye ziyaretinde bulunduk.
Ziyarete gelenler Genel Müdür Yardımcımız Ali Tuğlu Bey, Mehmet'in Müdürü Mustafa Saraç Bey, Mondial Assistance'dan iki arkadaş ve Bank Asya çalışma arkadaşlarından oluşuyordu.Önce Denizli'deki eve gittik.Mustafa Amca'yı(babası) daha metin gördüm.Yüreğine taş bağlamış, sabrı kendine katık etmişti. Açıkçası çok gıpta ettim. Mehmet'in eniştesi Müftü İshak Bey ve bizden bazı arkadaşlar Yasini Şerifler okudular.
Mustafa Amca bize çok müteşekkir olduğunu söyleyerek ziyaretimizden çok memnun kaldığını saklamadı. O an "Sevinçler paylaştıkça artar, acılar paylaştıkça azalır" sözünü çok daha iyi anladım. Birkaç saat oturduktan sonra hep birlikte kabir ziyareti için Düden köyünün yolunu tuttuk. Köye vardığımızda önce öğlen namazını eda ettik. Ardından kabre doğru ilerledik. Ateş düştüğü yeri yakarmış. Annesinin oğlunu sever gibi kabri sevmesi, üzerini temizlemesi gözyaşlarımızı pınar eyledi.Bizim hüznümüz onların yanında neydi ki.
Ancak  "O diriltir ve öldürür; ancak ona döndürüleceksiniz." ayeti gereği bize O'na teslim olmak düşer değil mi?  Kabrin başında da yine Kur'an-ı Kerim'ler, Yasini Şerifler okundu. Enişte İshak Bey'in güzel konuşmasından sonra fatihalar ile köye veda ettik.
Aşağıda bu ziyaretimize ait resimler yer almaktadır.

Denizli'deki evindeyiz
Düden köyünün camisi
Kabre doğru ilerliyoruz
Kabrin başındayız
Yorumsuz
Yorumsuz
Yorumsuz


Mehmet köyünü çok severdi; bir gün  köyde  bir ağacın gölgesinde otururken  "ölene kadar burda durabilirim" demiş. Mehmet karşıdaki manzaraya bakar şekilde(kıble o tarafta) kabirde yatmaktadır.İnşallah ruhu da cenneti izliyordur.