28 Ekim 2010 Perşembe

şarkıları sona saklamak

evvela baştacı etmiştik müphem bakışları.
sonra müzmin sessizliği geldi eski nakışların.
nedense gel-git olurdu uçurumlu günlerimiz.
evet öyleydi nakışlarımız işlendikçe usandıran,
ıslandıkça yanan gözlerimiz.

bir terminal kapısı görüyorum.
bilinmezin merkezinden köprülere uzanan,
hayır olmaz bu diyorum uçucu koku,
bahreyn'den yol alıp, malezyaya yayılan.

geriye dönüş var, toplayın yolcuları.
sakın geride kalan olmasın.

Mehmet ELÇİN
21 Şubat 2006

kavrayış ve biçem

dönüp durmasa o anlamsız kavaşaktan! kavram olan
hassas,
terazide ölçüsünü yitirmese! arı,
konacağı dolgun çiçeği es geçmese! kamyon,
uzak yoldan geçerken gece, ezip geçmese peygamber
devesini! uğultu,
-o karmaşık nesne, sessisliğin ölümünü ister gibi-
sürüp gitmese! sarhoşlar,
bardakla kendini kemale erdirip
ayılınca dünya yine tersine dönmese ve erise!
kemikleşmiş zihinlerin izdüşümü,
uzanabilse değişimin uçlarına doğru uçarak! ve insan,
...

Mehmet ELÇİN (Selim Ünüvar için)
9 kere 9 Haziran Çarşamba 2004

benden düşüncemi değiştirmemi istiyorlar mori

savsaklanamaz bir konu bu.
düşünme lüksümü duvarlara çizmekle,
iki doğrunun birleştiği yerini
tespitim,
korkutuyor şeklini muzdaribin.

eviriyorlar ruhumu.
diyor ki ; "acı çekiyorum doktor"
oysa,
acı çekmenin hangi mesabesini
kemirerek göçtüm bu şehirden?
halbuki,
hangi doktor iğdiş etmişti onun ruhunu?

benden yaşamaya sabretmemi isterler jack.
sonumuz geldi.
ölmeye rağmen kazanmayı bilmek
hep savaşçının düşüdür.
nedense,
benden dünyayı aynen bırakmamı isterler.

morinin gölgesi düşer de bu şiire
öfkesi yadsınamaz
belkide,
benim hiç yürek bu duruşuma
bir anlam verilemez,
kabul etsekte, zaman hakimidir tüm yalanların.

hani demiş ya evvel biri
"biter tümden resimli kitaplar
bitmeyen serlerin inadına kapılırım"
benim ki de o hesap,
yada
benimki o söyleyenin hesabı.

ben değişimi isterim.
ben değişmeyeceğim.

Mehmet ELÇİN
9 Haziran 2004 Titrek Çarşamba

20 Ekim 2010 Çarşamba

dönüş yok

söz günü yaklaştıkça çözülen sır
ne zaman kalır seni devşirmeye
ne mekan.
gün geldi, dönence açıldı
kelimler yetmiyor seni pişirmeye
ne ateş, ne de kan
hep aynı köyün kavalcısı olmak
değil dilimizdeki kabarcık gibi
ne de asi bir kadın kadar iffetli.

yine aynı gömleği büründün
seni ayıramıyorum yine de,
kelimeler yetmiyor dedim ya.
ne hıçkırıklara gömüldün
ne de var çılgın bir kahkaha

seni ne uzamış araştırmalardan
ne de bulunan teşrilerden bilirim
yanık bir teselli ile bulurum seni
gülünç bir inanç gibi saklanan
mahçup bir pazartesiyim
sırların nehrine varıldı
hain bir cumartesiyim
sessiz rıhtımlar artık sarıldı.
dönüş yok.

Mehmet Elçin
12 Eylül 2005 Pazartesi
Kütahya

gezgin ceset

bezerim bahçemi ben
olmayan tohumlarım ve çiçeklerimle
sensiz olmayan dünyalarda gezerim.

serveti süreksiz olan yaz
mevsimlerin güzeli olup ve yaşanan
kışa doğru atılır tohumları
ayrılığın ve çözgün bekaretin.

mahpuslaşma beni ne olur!
temiz şakaklarım var ve mahçuplarım.
kimi katıksız horlayarak yazan çareyi,
harlayıp, parlatan kalaycı gözlerini kimi,
kimi ipi göğislemiş ve bozmuş bekaretini.

zamansız kalmamış mekanın bir zerresi
kimi ruhlar hazırlayıp sessizliği kente göçmüş
belki bin küskün ve kederli
bir diğeri yanılgı içinde omuzları ıslak
sıkışıp kalmış zaman bir tren vagonunda,
cesetler toplanmış kokusu çıkmak üzre.

şaşkın düşünceler ve ikindi mahmurluğu,
benim öteki yüzüm ve kastımın sağlamlığı.

Mehmet Elçin
10 Eylül 2005 Cumartesi
Kütahya

Şiir kitabı için çektirdiği fotoğraflar



Şiir kitabı çıkmadan, kitabın fotoğrafını Mondial Assistance'dan arkadaşları ile Yedigöller'e yaptıkları gezide çektirmiş.

18 Ekim 2010 Pazartesi

yarin çıplak ayağına sür beni

cengiz güzel söylerdi bu şarkıyı. türküyü mü desem.
gün aydınlıktı o zamanlar, karlar yağardı kışın fakat
güneş hep açardı sonrasında. sabah kalkınca evlerin
buzdan saçakları olurdu.
damlarda güneş çıkana kadar. okulumuz büyük gelirdi o
zamanlar bize. solcu öğretmenlerimiz vardı. darbeler,
siyasetçilerden bahsedilirdi.
kenan evren vardı. cumhur-u reisimizdi. dert ortağı
aramazdı insanlar derdine. suskunluk hakimdi aslında.
televizyonu olan ender ailelerdendik köyde.
cumartesileri türk filmi çıkardı. çok değerliydi o
zamanlar türk filmi. birsürü yabancı film olur olmaz
günlerde çıkardı da, türk filmi cumartesi akşamı
çıkardı.
annemler severdi de, aslında amcam yabancı filmeleri
daha çok severmiş. amcam en küçüğü babamların.
ondandır sevmesi derdim bende. ben çocuktum ve daha
çok şirinleri severdim.
ama yabancı filmler daha gençler için herhalde derdim.
türkçe konuşuyorlardı ama, ağızları hiç türkçe konuşur
gibi olmuyordu..
dediler sonra cengiz evlenmiş evlilik yaramamış ona.
leylim ley söylerdi cengiz. bizim sınıftaki çoğu
kimseden büyüktü. ama 2 yıl geç bitirdi okulu. ne
yapar şimdi bilmem. bir hastalığı da vardı galiba.
ülkemin gariban olduğunu ima eder bana. solcu
öğretmenlerimiz vardı o zamanlar. ikide bir leylim
ley'i söyletirlerdi cengize. örtmenim ne güzel bakardı
cengiz türküyü söylerken. karne alacağımız zamanlar
cengizin karnesine özellikle herkes bakardı.
çünkü birçok notu zayıf olurdu da müzik pekiyi olurdu.
biz bunu görmek isterdik. babam erbakan kitap
konuşuyor ama diğerlerinde iş yok derdi. yıllar sonra
erbakanla doğu perinçeki tartışır gördüğümde dinlemeye
koyulduydum.
dedim ki ne güzel sesi var adamın. babam herhalde
ondan öyle diyordu. ne bileyim bir kılıf bulmaya
çalıştım herhalde. doğu beyin hangi Allah dediğini
duyar gibiyim. garip gelmişti bana. anneme kapının
eşiğinde İsa kim diye sormuştum bir ara. bizim de
peygamberimiz derdi.
özallıydı yıllar. çabuk geçti. ve kimbilir kimler için
bugünler erdoğanlı ve ab'li.
...
yıllar geçiyor suyun
coşukusuyla,
çocukluğuyla,
sesiyle, kimyasıyla.
intizar edenler nerede?
...
yaşasın özgürlük!

Mehmet Elçin
04.04.05