30 Eylül 2010 Perşembe

Eylül, yıldönümü

Kimi zamanlar vardır, hatırdan çıkmaz yaşanan havalar. Bazı zaman dilimleri bu coğrafya için duygulara hitap eden zerrecikler taşır sanki. Kaybolan mı desek, yoksa kazanılan mı bilmem, her eylül bir yaprak daha dökülüyor sanki... Her eylül canım bir parça azalıyor, ruhum bir aşama geçiyor gibi. Her eylül can taşıdığımı fark ediyorum. Başka bir yerde, örneğin hep sıcak bir çölde ya da kutuplarda bu fark yaşanır mı acaba? Sanırım yaşanır. Öyleyse farkedilmeyen bir yer var mıdır? Eğer farkın farkedilmediği bir mekan varsa yıldönümü yaşanır mı? Zaman geçerken mekanın önemi hep var. Ama hilalin güneşe galebe çaldığı fakirim ne işe yarar ki bunun için? Örneğin (misal) Ramazan yaklaşıyor ve biz Ramazan'ı her mevsim yaşayabiliyoruz. Ramazan bizim için soğuk bir kış günü olduğu kadar sıcak bir yaz günü de olabiliyor.


Eylül, aşkların mevsimi. İlk görüşlerin, tanışmaların, yeni mekanların mevsimi. Neler öğretmedi ki bize.


Mehmet Elçin
6 Eylül 2005 Salı
Kütahya

Tarih yazar mı beni?



Bir şiir yazmak istiyorum fakat elim varmıyor. Gittikçe daha düzensiz ve verimsiz oluyorum. Bu tükenmiş bir doğuşa mı işaret? Zamansız yapılan bir iş gibi olsun istemiyorum yazdıklarımın. Bir şiir kitabım olsa ne güzel olurdu: Çok bir şey istemiyorum aslında. Zamanı uzatmak mümkün olmadığına göre mekanı daraltalım veya genişletelim. İsim ifade edemedim. Bu yazıyı daha fazla yazmak için küçülttüm. Bir anda yazabileceğim çok alan oldu. Zamanı biraz daha kullanacağım. Belki diğer sayfaya geçerim. Olsun. Belki bu sayfaya bir şiir sığar.

Ben yok iken

Eşyayı zorlamak isterim benden sonrası için.
Kapıyı zorlamak gibi bir şey değil bu
Ben yok iken edepsizlik edebilir kelimeler
Dedemlerin evi gibi toprağa karışabilir kalemler.

Tarih yazar mı beni?
Bir Mehmet geldi denir mi?
Geçti buralardan.
Yazının edebi varsa edebiyat oluyor
Neye hizmet etti Mehmet’in kalemi?

Eğer dördüncü boyuttaysa zaman, şeyin,
Benim için bu farklıdır
Belki bir başka boyut için
Benim olmadığım yerde su da vardır.

Bir üzüntü için dünyaları vermek
Bir sevince geri almak kadar olmalı
Bunu ölçen ben değilim
Neyin ölçüsü var bu karmaşada?
Ben hep varım

Mehmet Elçin
16.12.2005 Cuma
Yenişehir, Bursa
Askerdeyken son yazısı ve şiiri…

25 Eylül 2010 Cumartesi

Fatih'in düğününden



Aksaraylı Fatih'in düğünü ne zaman olmuştu tam hatırlamıyorum. Ama gençmişiz o zaman :)

14 Eylül 2010 Salı

akarsu durgunluğu

bunu sana nasıl anlatsam? herşeyin kolayına kaçıyorum.

saygınlığımı azaltanın bu olduğuna adım gibi eminim. bırakıp gitmek ister gibi bu ıssız kenti, baktım aynaya ve çıktım dışarıya.

sağ gözümün altındaki dikkat çekici leke olmasaydı, hayatımın daha iyi gideceğine olan inancımı geride bırakalı çok olurdu. ıssız ve bir o kadar geniş caddeleri var bu şehrin. hafif bir soğuk da var bugün.

zaten bilirsin soğuk havayı çok severim ben. kısmi ama bir o kadar derin bir iç çekişle şehrin meydanındaki o büyük çınar ağacının altındaki kütüğün üzerinde oturuyorum şimdi.

sağ yanımda şırıl şırıl akan bir çeşme var. büyük şehirdeyken çeşmelerin boşa akması çok canımı sıkardı. buralarda suyun boşa akmasına aldırış edilmiyor. son sözümü söyleyeli çok oldu Lisa'ya.

neymiş efendim buralar çok güzelmiş, ben özel biriymişim falan filan. elbette ki bahsettiği şey yüzümdeki doğum lekesi değil, huylarım. ne yani, insanın değişmez huylarının oluşu anormal birşey mi?

herkes gibi ben de kendimi kırlara atmak istemez miyim? oturup yazı yazmak ona buna laf yetiştirmek hiç hoşuma da gitmiyor doğrusu. takılıyorum ne yapayım?

insanlara laf anlatmaktan evet, usanmadım henüz. bir kez olsun beni anlayan çıktıysa bu kadar okuyanın yanında, sana imreniyorum doğrusu. burayı bırakmaya da niyetim yok. Lisa telaşlanmıyor zaten.

henüz son gönderdiğin yazıyı yazan edepsize de haddini bildirmedim. taş kafalı şehrinde mutlu olmadığını düşünmüştüm senin. buralara gel desem gelemezsin şimdi. öyleyse boşver. kal sağlıcakla.

mehmet elçin
07 ekim 2008 salı

yoktu çaresizliği bir şeyin

eskiden gözümüze öyle görünmezdi ayrılıklar. aykırılıklar. sevdiğimizi soğuk havada bekliyor olmanın sıcaklığı. boynumuzda eskilerden kalma atkımız. caddenin üstünde gezinirken yani volta atarken, 10lu yaşlarımızda, zor gelmezdi beklemek.

hüznü beyazdı martıların. hava soğuk, umudumuz sonsuz. başımızda yangın yeri kalabalıklar. sitem etmezdik fakat kızardık. çabuk kızıp çabuk sevinmeyi büyüdükçe terkettik. küçüldükçe kapıldık. duyularımıza ulaşan her ne varsa farkındaydık. gittiler hepsi. terkettiler bizi. denizde uzaklaşan buharlı bir gemi ile gittiler. geri gelmeyecek bir daha. yüklendiler gittiler. nerelere hangi kıyılara varacaklar. kimler karşılayacak, hangi çocuklari sevindirecek yükler. gittiler. yeni oyunlar bulunacak o kıyılarda. ismini bilmediğimiz cocuklar yine bilmediklerimize aşık olacaklar. onlarla aşık atamayacağız artık. voltalar atılacak yine orda. ufkumuz bile bu kadardi işte. kendi hayatımızda ne olduysa onlarda da onun olacağını sandık. sandığımız gibi gelişmedi hiçbirşey. gözlerim eskisi gibi değil, artık ağlayınca yanıyor.bizdeki değişime aynalar bile şaşırır oldu. her ne zaman baksam bana şaşkın şaşkın bakar oldular. evet benim de yolumu kesiyorlar. gemiler gideceği yere ulaşmış diyorlar. gelmeyecekler bir daha. beklemesin diye haber yollamışlar. şaşılacak derecede ilgililer benimle. halbuki ben kimsenin gözyaşını silmemiştim şimdiye dek. kimse silmedi çünkü benimkini. gören olmayınca böyle oluyor.

sensiz olmuyor dedi oyuncak kağnı geçenlerde. ben de ona dedimdi bir ara sensiz olmuyor diye. ondan böyle konuşuyor olmalı. halbuki ben ondan vefasızımdır. öylesine söylemistim oysa. öylesine yazıp yönettiğim gibi.

mehmet elçin
15 Ocak 2008

Mehmet Elçin - Şarkı Sözü

sulu sepken

ilk önce kaşık çatal gibi mutfak aletleri ile başlayacağız

ilk albümüzün adı da "kaşık&çatal aşkı" olabilir

albümün çıkış parçası "salça ve karabiber" idi bildiğin gibi

bu parçanın şarkı sözünü birlikte tamamlıyoruz.

salça ve karabiber

seslerin yankısıyla
kuşaklar, zinde siper
aşta olmazsa olmaz
salça ve karabiber

/*nakarat*/
özgürlük istiyorsan
ahrete kadar gider
aşkta olmazsa olmaz
güller ve karanfiller
/*nakarat*/

MEHMET ELÇİN
Başlangıç 28 Ocak 2008 Pazartesi

2 Eylül 2010 Perşembe

Ramazan'sız Hayatlar

Yıllar yılları kovalıyor. İlk orucumu tuttuğumdan beri 3 mevsim geçti. Önümüz yaz. Sanki yaz aylarında oruç tutulduğunu anımsıyor gibiyim. Bilmiyordum o zamanlar bilmeden su içmenin oruç bozmadığını. Ne ağlamıştım su içtim diye. Hayır tekne orucu değil, basbayağı oruçtu işte. Kılınan teravihlerden indirilen hatimlerden geriye hoş sedalar kaldı bize. Yazın ortasında, ekinlerin toplandığı zamanlarda hatta, oruçlar öyle tutulurmuş ki. Babam anlatıyordu, ağzım öyle kururdu ki, dilim damağıma yapışırdı diye. Akşam da epey geç olur tabi. Zaten köy yerinde gün bitmek bilmez.

Halkımız, onlar bizim insanlarımız. Yüzyıllardır bu inanca sahip çıkmış, yaz aylarının serin sabahlarında tarlalara düşmüş, mahsüllerinin, ekmeklerinin peşine düşmüş, aç kalmış ve susuz. Kış aylarının gecelerinde yenidoğan kuzuları üşümesin diye evin içine sobanın yanına kadar getirmiş, Ramazan'ı geldiğinde orucunu tutmuş teravih biter bitmez yorgunluktan uykuya dalmış. Oruç tutmayanı -evet- azarlamış, onlara kızarmış atalar. Kabul görmezmiş oruç tutmayan. Oruç yiyor denmiş, tutmayana. Bu mevzu tartışma konusu bile değilmiş. Hiç insan orucunu yer mi? Hiç namazını kılmaz mı bir insan? Nasıl olur aksi?

Oruç tutardı halkım eskiden. Nedeni ne? Açların halinden anlayalım diye mi? Ne komik. Hiç bilmiyor mu sanki açlığın ne demek olduğunu? Ama bunu günümüzün aşağılık pozitivist gönüllerine anlatamazsınız. Pek denemeyin. Herşeyi günün çıkarlarına ve elde edilebilecek olan faydaya göre nizam etmeye çalışan, sanki her duygunun daha keskin ve sayısal kavramlarla anlatılabileceğini düşünen, zihni fakir, ruhu yersiz-yurtsuz-vatansız kalmış ahlak denen kavramdan bereket dediğimiz kelimeye kadar bildiğimiz ne varsa tümünün sebeb-i hikmetinden bihaber, sığ insanların bulunduğu bir ülkede eskiye sahip çıkmanın ne demek olduğunu nasıl anlatmalı? Onlara, yani sığ insanlara, oruç tutanları da içine alarak söylemek gerekirse daha az yiyip daha fazla yardımda bulunmanın gerektiği bir ayda bu nasıl bir din anlayışı diye sorsak mı? İşte büyük boy bir ilan: iftarda sınırsız yemek 40 YTL!!! Sınırsız yemek? Ramazan'da?

Teyzemin oğlu 14 yaşında ölmüştü. Ben 12 yaşındaydım ve adı Ramazan idi. Benim Irmızan Agam. Sanki 18 yıldır Ramazan'sız kalmış bir toplumuz biz. Öyle geliyor bana. O zamanlar köyde herkes bir tas yemek götürürdü camiye. Namazdan önce biraz yerlerdi. Namazdan sonra hemen eve. Her evde bir tas yemek vardır aslında. Ama camide çeşit çeşit. Hala devam ediyor mu bilmiyorum. Köyde en son orucumu tuttuğumda 15-16 yaşlarındaydım sanırım. Şimdi gitsem artık bir yabancıyım oralarda. Evler aynı evler, toprak aynı toprak. Dağlar, tepeler aynı belki. Tarlalar bile pek değişmemiş. Biraz toprak yer değiştirmiş gibi hissettim en son gittiğimde. Fakat yine de ben artık bir yabancıyım oralarda. Tıpkı bu koca şehirde nasıl yabancıysam. Köye her gidişimde eski yüzlerin daha da azaldığını görüyorum. Bitiyor zaman. Gördüğüm çocukların hemen hiçbirini tanımıyorum. Onlar da beni tanımıyor. Onlara koşmayın diyesim geliyor. Oralar benim çayırlarım. Sizler de kimsiniz?

Sözün özü şu; gerizekalı bir dünyada yaşıyoruz. Bu aptal dünyanın iyi ve güzel olan, gerçek olan nesi varsa imandan gelir. Buna olan inancım ekmek kadar su kadar gerçek. Bunu yitirmeyelim sevgili dostlar, kardaşlar. Zaman biter, gün gelir, hesap sorulur.

Ramazan'ınınız mübarek olsun.

Mehmet ELÇİN

2 Ramazan 1429
2 Eylül 2008