2 Eylül 2010 Perşembe

Ramazan'sız Hayatlar

Yıllar yılları kovalıyor. İlk orucumu tuttuğumdan beri 3 mevsim geçti. Önümüz yaz. Sanki yaz aylarında oruç tutulduğunu anımsıyor gibiyim. Bilmiyordum o zamanlar bilmeden su içmenin oruç bozmadığını. Ne ağlamıştım su içtim diye. Hayır tekne orucu değil, basbayağı oruçtu işte. Kılınan teravihlerden indirilen hatimlerden geriye hoş sedalar kaldı bize. Yazın ortasında, ekinlerin toplandığı zamanlarda hatta, oruçlar öyle tutulurmuş ki. Babam anlatıyordu, ağzım öyle kururdu ki, dilim damağıma yapışırdı diye. Akşam da epey geç olur tabi. Zaten köy yerinde gün bitmek bilmez.

Halkımız, onlar bizim insanlarımız. Yüzyıllardır bu inanca sahip çıkmış, yaz aylarının serin sabahlarında tarlalara düşmüş, mahsüllerinin, ekmeklerinin peşine düşmüş, aç kalmış ve susuz. Kış aylarının gecelerinde yenidoğan kuzuları üşümesin diye evin içine sobanın yanına kadar getirmiş, Ramazan'ı geldiğinde orucunu tutmuş teravih biter bitmez yorgunluktan uykuya dalmış. Oruç tutmayanı -evet- azarlamış, onlara kızarmış atalar. Kabul görmezmiş oruç tutmayan. Oruç yiyor denmiş, tutmayana. Bu mevzu tartışma konusu bile değilmiş. Hiç insan orucunu yer mi? Hiç namazını kılmaz mı bir insan? Nasıl olur aksi?

Oruç tutardı halkım eskiden. Nedeni ne? Açların halinden anlayalım diye mi? Ne komik. Hiç bilmiyor mu sanki açlığın ne demek olduğunu? Ama bunu günümüzün aşağılık pozitivist gönüllerine anlatamazsınız. Pek denemeyin. Herşeyi günün çıkarlarına ve elde edilebilecek olan faydaya göre nizam etmeye çalışan, sanki her duygunun daha keskin ve sayısal kavramlarla anlatılabileceğini düşünen, zihni fakir, ruhu yersiz-yurtsuz-vatansız kalmış ahlak denen kavramdan bereket dediğimiz kelimeye kadar bildiğimiz ne varsa tümünün sebeb-i hikmetinden bihaber, sığ insanların bulunduğu bir ülkede eskiye sahip çıkmanın ne demek olduğunu nasıl anlatmalı? Onlara, yani sığ insanlara, oruç tutanları da içine alarak söylemek gerekirse daha az yiyip daha fazla yardımda bulunmanın gerektiği bir ayda bu nasıl bir din anlayışı diye sorsak mı? İşte büyük boy bir ilan: iftarda sınırsız yemek 40 YTL!!! Sınırsız yemek? Ramazan'da?

Teyzemin oğlu 14 yaşında ölmüştü. Ben 12 yaşındaydım ve adı Ramazan idi. Benim Irmızan Agam. Sanki 18 yıldır Ramazan'sız kalmış bir toplumuz biz. Öyle geliyor bana. O zamanlar köyde herkes bir tas yemek götürürdü camiye. Namazdan önce biraz yerlerdi. Namazdan sonra hemen eve. Her evde bir tas yemek vardır aslında. Ama camide çeşit çeşit. Hala devam ediyor mu bilmiyorum. Köyde en son orucumu tuttuğumda 15-16 yaşlarındaydım sanırım. Şimdi gitsem artık bir yabancıyım oralarda. Evler aynı evler, toprak aynı toprak. Dağlar, tepeler aynı belki. Tarlalar bile pek değişmemiş. Biraz toprak yer değiştirmiş gibi hissettim en son gittiğimde. Fakat yine de ben artık bir yabancıyım oralarda. Tıpkı bu koca şehirde nasıl yabancıysam. Köye her gidişimde eski yüzlerin daha da azaldığını görüyorum. Bitiyor zaman. Gördüğüm çocukların hemen hiçbirini tanımıyorum. Onlar da beni tanımıyor. Onlara koşmayın diyesim geliyor. Oralar benim çayırlarım. Sizler de kimsiniz?

Sözün özü şu; gerizekalı bir dünyada yaşıyoruz. Bu aptal dünyanın iyi ve güzel olan, gerçek olan nesi varsa imandan gelir. Buna olan inancım ekmek kadar su kadar gerçek. Bunu yitirmeyelim sevgili dostlar, kardaşlar. Zaman biter, gün gelir, hesap sorulur.

Ramazan'ınınız mübarek olsun.

Mehmet ELÇİN

2 Ramazan 1429
2 Eylül 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder